MALİKİ MEZHEBİ
Malik b. Enes b. Malik b. Ebi Amir el Asbahî'ye nisbet edilen fıkhî ekolün adı. Büyük fıkıh ekollerinden biri olan Malikî mezhebinin imamı İmam Malik, Hicrî 93 yılında Medine'den doÄŸmuÅŸtur. İmam Malik, ilimle uÄŸraÅŸan bir aileye mensup olduÄŸu için tahsil hayatına küçük yaÅŸta baÅŸlamış ve Medine'nin seçkin âlimlerinden hadis ve fıkıh dersleri alarak kısa zamanda ilmî olgunluÄŸa eriÅŸmiÅŸ, yeterliliÄŸine kanaat getirince de Mescid-i Nebî'de ders okutmaya baÅŸlamıştı.
İmam Malik'in fıkıhta hocası Rabi'atu'r-Rey'dır. Bununla birlikte, onun fıkıhta derinleÅŸmesinde ve hadis ilminde söz sahibi bir seviyeye yükselmesinde Medine'nin seçkin âlimlerinden Abdurrahman ibn Hürmüz, Åžihab ez-Zuhrî, Ebu Zinad, Yahya b. Sa'id el-Ensârî ve Hz. Ömer'in azadlısı Nafi'in büyük katkıları olmuÅŸtur. O Nafi'den Hz. Ömer (r.a) ve oÄŸlu Abdullah'ın fıkhını ve fetvalarını iyice öÄŸrenmiÅŸti.
O, hayatı boyunca Medine'den baÅŸka bir yere gitmemiÅŸtir. İlimde ihtiyacı olduÄŸu her ÅŸeyin, sahih bir ÅŸekilde Medine'de bulunduÄŸuna inanıyor, manevî havasını teneffüs ettiÄŸi Peygamber ÅŸehrinden uzaklaÅŸmak istemiyordu. Tahsilini Medine'de yapması ve hayatı boyunca oradan ayrılmamış olmasının, onun fıkhının oluÅŸmasındaki tesirleri büyük olmuÅŸtur.
İmam Malik'in zamanı, âlimlerin odaklaÅŸtığı bir kısım ÅŸehirlerde, daha önce Ashab'ın ve Tabiinin buralara taşıdığı ilimler çerçevesinde, ekolleÅŸmelerin baÅŸladığı bir dönemdir. Basra fıkıh ile birlikte, akaidle alâkalı meselelerin tartışıldığı, kelâmı görüÅŸlerden doÄŸan fırkalaÅŸmaların görüldüÄŸü, vaizlerin ve az da olsa fakihlerin bulunduÄŸu bir ÅŸehirdi. Burada kendi ÅŸartlarına has bir fıkıh ekolü oluÅŸmakta idi. Kûfe ise, İbn Mes'ud'un rivayetlerine dayanan Irak fıkhının merkezini oluÅŸturuyordu. Bu fıkıh ekolünün, İmamı Malik'in de kendisiyle görüÅŸüp bilgi alış veriÅŸinde bulunduÄŸu Ebu Hanife'dir. Burada fıkıh, sadece vuku bulmuÅŸ olaylara verilen fetvalar üzerine bina edilmiyordu. Meydana gelmiÅŸ hadiseler yanında, vuku bulması muhtemel meseleler çerçevesinde bir takdirî ve farazî fıkıh oluÅŸmuÅŸtu.
Irak fıkhının en belirgin özelliÄŸi ise, reye çokça baÅŸvurulmasıdır. Kıyas ve istihsan, orada en çok kullanılan temel fıkhi öÄŸelerdendir. Åžam bölgesinde ise sahabe kavilleri ve Tabi'in fetvalarına dayanan fıkıh hakim olup, reye pek baÅŸvurulmazdı. Åžam ekolünün temsilcisi ise Evzâi'dir.
İmam Malik'in imamı olduÄŸu Medine ise, hadisin beÅŸiÄŸi, Sünnetin amelî rivayetinin yapıldığı ve herkesin Sünnete sıkıca yapıştığı bir yerdi. Ayrıca, Hz. Ömer (r.a), Zeyd b. Sabit (r.a), Hz. AiÅŸe ve İbn Ömer'in fıkhî görüÅŸleri ve onları takip edenler, Medine'de bulunmaktaydı. Medine'nin Yedi Fukahası diye ÅŸöhret bulan Tabi'inden, Sa'id b. Müseyyeb, Urve b. Zübeyr, Kasım b. Muhammed, Harise b. Zübeyr, Ebu Bekir b. Ubeyd, Süleyman b. Yesar ve Ubeydullah b. Abdullah Ashabın fıkhını nakleden Medine'nin seçkin âlimleriydi. İmam Malik bu âlimlerin fıkıh usullerini kavramış, fıkhî görüÅŸlerini iyice özümlemiÅŸti. Medine; hadis, sünnet ve reyin hepsinin bir arada bulunduÄŸu, her taraftan ilim arayanların doluÅŸtuÄŸu ve yüksek bir ilmî hareketliliÄŸin yaÅŸandığı bir yerdi.
İmam Malik'in kendine has fıkhî ekolün oluÅŸmasına tesir eden unsurlar ÅŸöyle sıralanabilir:
a) İbn Hürmüz'den edindiÄŸi çeÅŸitli fırkalar ve düÅŸüncelerine dair aktüel bilgiler ve farklı fıkhî ve fıkıh dışındaki mezhebler ve bunların ayrılık sebebleri hakkındaki derin bilgi.
b) Ashab'ın, özellikle Hz. Ömer'in oÄŸlu Abdullah ve Hz. AiÅŸe (r.a)'nın fetvaları ve Tabii'nin büyüklerinden İbn Müseyyeb ve diÄŸerlerinin, rivayet yoluyla öÄŸrendiÄŸi fetvaları.
c) İlk hocası Rabi'atu'r-Rey diye ÅŸöhret bulan Rabia b. Ebu Abdurrahman'dan aldığı rey fıkhı. Ancak Rabianın reyi Iraklıların reyinden farklı olup, muhtelif naslar esas alınarak halkın problemlerinin çözülmesi demek olan mesalih-i mürsele esasına dayanmaktaydı.
d) Çok mevsuk gördüÄŸü ravilerden aldığı hadisler. O, hadis ilminin dinin kendisi olduÄŸunu kabul eder ve hadis talep edenlere, hadisleri kimlerden aldıklarına dikkat etmelerini tenbihlerdi.
Malikî fıkhı; İmam Malik'in Mescid-i Nebi'de ders vermeye baÅŸlamasından sonra, derslerine devam eden öÄŸrencilerinin onun fıkıh usulüne göre ÅŸekillenmesiyle yavaÅŸ yavaÅŸ oluÅŸma aÅŸamasına girdi.
İmam Malik, kendi usulüne dair bir eser yazmadığı gibi, bu konuda açık bir ÅŸeyde söylemiÅŸ deÄŸildir. Zaten, diÄŸer imamlarda olduÄŸu gibi o da herhangi bir ekol oluÅŸturma endiÅŸesiyle hareket etmiÅŸ deÄŸildi. ÖÄŸrendiÄŸi ilimleri, çevresinde toplanan öÄŸrencilerine aktarırken ve problemlerin çözümü için fetva soranlara fetva verirken, dinin kendisine yüklemiÅŸ olduÄŸu sorumluluÄŸu yerine getirme endiÅŸesinden baÅŸka bir duygu ile hareket etmiÅŸ deÄŸildir. Onun talebeleri memleketlerine döndüklerinde, halkın meselelerini İmam Malik'in fetvalarına göre çözüyorlardı. Onun fetvalarının yetersiz olduÄŸu konularda ortaya çıkan yeni meseleleri onun usulüne uygun olarak, hallediyorlardı. İşte onun talebeleri, mezheplerinde ihtiyaç duydukları usulü, Malik'in ana hatlarıyla iÅŸaret ettiÄŸi doÄŸrultularda ortaya koymuÅŸlardır. İmam'ın Muvatta'da takip ettiÄŸi yöntem, onun fıkıhtaki usulünun temel prensiplerini açıklar niteliktedir. O fıkhî bir mesele ile alâkalı olarak önce hadisi alır, peÅŸinden Medineliler'in o konudaki uygulamalarına deÄŸinir, arkasından da Tabi'in ve diÄŸer ulemanın görüÅŸlerini zikreder.
Anlaşılacağı gibi, diÄŸer fakihlerden ayrı olarak, onun fıkıh anlayışında Medineliler'in amelinin özel bir yeri vardır. Ona göre Medinelilerin amelî, sünnetin amelî olarak rivayet edilmesidir. Zira onlar, hayatlarını, aralarında yaÅŸamış olan Hz. Peygamber (s.a.s)'in gösterdiÄŸi doÄŸrultuda ÅŸekillendirmiÅŸlerdir.
İmam Malik'in fıkıh usulü ve hukuk ekolünde reye az baÅŸvurulmuÅŸ olmasına raÄŸmen, diÄŸer mezheplerde rey için delil durumunda olan Kıyas, İstihsan, Mesalih-i mürsele vb. Fer'i deliller çokça kullanılmıştır.
Malikî mezhebinin dayandığı deliller ÅŸunlardır:
1- Kitap: Bütün mezheplerde olduÄŸu gibi, uyulması icab eden ana kaynak, dinin her ÅŸeyini içine alan Kur'an-ı Kerim'dir. Sünnet ise, Kitabın tefsiri mahiyetinde olup, onu açıklamaktadır. Bundan dolayıdır ki İmam Malik Kur'an tefsirinin sünnetle olduÄŸunu kabul eder, İsrailiyyat türü haberlerin ona sokulmasına ÅŸiddetle karşı çıkardı.
O, Cumhur'un icma ettiÄŸi gibi, Kur'an-ı Kerim'in lâfız ve manadan ibaret olduÄŸu inancındadır. İmam Malik, her ÅŸeyde olduÄŸu gibi, bu konuda da hiç bir zaman tartışmaya girmemiÅŸtir (Muhammed Ebu Zehra, İmam Malik, Ankara 1984, 200).
2- Sünnet: İmam Malik, fıkıhta imam olduÄŸu gibi hadiste de imamdır. Onun hadisi fıkha nasıl hâkim kıldığı Muvattada açıkça görülmektedir.
Bütün imamlar, meseleleri çözümlerken hadisi ikinci sırada delil almakla beraber, ondan hüküm çıkarmada kullandıkları usuller birbirinden farklı olmuÅŸtur.
İmam Malik, Ebu Hanife gibi Kur'an'ın zahirini Sünnetten önde tutar. Ancak Sünnet, ayrıca baÅŸka delillerle takviye edilirse o zaman Kur'an'ın bu umumunu tahsis, mutlakını da takyid eder. Bir kadını halası veya teyzesi ile birlikte nikahlamanın yasak oluÅŸu böyledir. Kur'an'da nikahı yasak olanlar arasında zikredilmediÄŸi halde, Sünnette bunun yasaklığı üzerinde icma' vardır. Dolayısıyla İcma, Sünneti desteklediÄŸi için, ayetin umumunu tahsis etmektedir.
Malik'e göre Sünnet; icma', Medineliler'in amelî veya kıyasla desteklenmediÄŸi takdirde, zahiri üzere olduÄŸu gibi kalır.
Meselâ: "Sizden birinizin kabını köpek yalarsa, onu, birinde toprakla olmak üzere, yedi defa yıkasın" hadisi: Av için yetiÅŸtirdiÄŸiniz köpeklerin avladıkları yenir" ayetine aykırı olduÄŸu için, köpeklerin necis olmadığına hükmetmiÅŸ ve haberi vahidi terketmiÅŸtir. Mütevatir sünnet ise mutlak hüküm ifade etmektedir.
Ayrıca, ravileri mevsuk ve güvenilir mürsel hadisleri de delil olarak kullanmış, onlara göre fetvalar vermiÅŸtir. Tek ÅŸahid ve yemin ile birlikte hüküm verme hadisini Muvatta'da mürsel olarak vermekte ve onu delil olarak almaktadır (Muvatta, III, 180). Onun Muvatta'ında üç yüze yakın mürsel hadis bulunmaktadır. Böylece o çağının seçkin fakihlerinden Hasan el-Basrî, Süfyan b. Uyeyne ve Ebu Hanife'nin yürüdüÄŸü yoldan yürümektedir. İmam Malik'in hadis fıkhını takib ettiÄŸi ve re'yi kullanmadığı iddiaları doÄŸru deÄŸildir. Hatta ibn Kuteybe onu, rey fakihi olarak kabul etmektedir (Ebu Zehra, a.g.e., 291). O, bazan rey ve kıyasla hüküm vererek, haber-i vâhid'i terkederdi. Ancak onun haber-i vâhidi veya reyi tercih ederken belirli saÄŸlam temel kıstaslardan hareket etmekte olduÄŸu görülmektedir (bk. M. Ebu Zehra, a.g.e., 291-300).
3- Sahabe kavilleri: İmam Malik, hadisin yanında sahabe sözlerine ve fetvalarına da çok önem vermekteydi. O, bunları sünnetin bir parçası sayar. Onun görüÅŸüne göre sünnet, Ashabın kabul ettikleri ÅŸeylerdir. Bundan dolayıdır ki o, Abdullah ibn Ömer'in fetvalarını öÄŸrenebilmek için Nafi'in peÅŸini hiç bir zaman bırakmamıştır.
Muvatta'daki sahabe görüÅŸ ve fetvalarının çokluÄŸu, onun delil olarak buna verdiÄŸi önemi gösterir. Sahabe fetvalarını Sünnetten sayması ve onlarla sürekli ihticac etmesi, onun sünnet imamı sayılmasına sebep olmuÅŸtur. Ashabın görüÅŸlerini delil kabul etme ve onların yolundan ayrılmama hususunda diÄŸer mezheb imamları da aynı titizliÄŸi göstermiÅŸ olmakla beraber, Malik onlara, fıkhında diÄŸerlerinden daha çok istinat etmiÅŸtir.
Sahabe fetvasını alırken de bir usule göre hareket etmekteydi; Sahabe fetvası sünnet hükmünde olmakla birlikte, eÄŸer ictihada dayanıyor ve o konudaki merfu bir hadisle çeliÅŸiyorsa, merfu hadis tercih edilmektedir.
İmam Malik, Ebu Hanife ve Åžafiînin aksine tabiinden itimad ettiklerinin görüÅŸ ve fetvalarına çok önem verirdi. Bunun sebebi, onların fıkıhtaki mevkilerini, meseleler hakkında görüÅŸ bildirirken ve fetva verirken Kur'an ve sünnet'e uygun hareket ettiklerini bilmesidir. Ömer b. Abdülaziz, Sa'id b. Müseyyeb, Zuhrî ve Nafi'ye çok deÄŸer verirdi.
4- İcma: Malikî mezhebi, diÄŸerlerine nazaran icma'ı daha çok kullanmıştır. Ancak onun icma olarak kabul ettiÄŸi, sadece Medine ulemasının icma'ıdır. Muvatta'da icma konusunda kullandığı ifadelerden bu anlaşılmaktadır. İmam Malik, Medine dışındakilerin fıkıh konusunda Medinelilere tabi olduÄŸu görüÅŸündedir. Zaten İmam Åžafiî'de; "Medineliler aralarında ihtilâfa düÅŸmedikçe diÄŸer memleketler halkı Medine ehline muhalif olmaz" sözü ile bunu desteklemektedir.
5- Medineliler'in amelî: İmam Malik'in fıkhında Medineliler'in amelinin özel bir yeri vardır. Zira o, Medineliler'in yaÅŸayış tarzını Sünnetin, bir tür pratik rivayeti kabul eder. Aslında o, bu konuda hocası Rabî'a'yı takip etmektedir. Malik'in de kullandığı;
"Bin kiÅŸinin bin kiÅŸiden rivayeti, bir kiÅŸinin bir kiÅŸiden olan rivayetine, uyulmak bakımından daha hayırlıdır" sözü, Rabî'a'ya aittir (M. Ebu Zehra a.g.e., 325). Bundan dolayı İmam Malik, Medineliler'in amelini fetvalarına dayanarak yapar, haber-i vahid, Medineliler'in ameliyle çeliÅŸirse, Medineliler'in amelini tercih ederdi.
Medine ehlinin amelî üç kısımda deÄŸerlendirilir:
a) Bir konuda icma etmeleri ve o konuda başkalarının onlara muhalefet etmemiş olması.
b) Medineliler'in icma ettikleri bir meselede, başkalarının onlara muhalefet etmesi.
c) Bir meselede bizzat Medineliler'in ihtilâfa düÅŸmesi.
Birinci çeÅŸide giren meselelerde bütün mezhepler aynı görüÅŸtedirler. Malikîler ikinci ve üçüncü türe giren konularda diÄŸerlerinden ayrılmaktadırlar.
6- Kıyas: Bütün fakihlerin istisnalar hariç, ortaklaÅŸa kullandıkları, fıkhın temel dayanaklarından biri Kıyastır. Ashab'da Kıyası fıkhın kaynaklarından kabul etmiÅŸlerdir (bk. Kıyas mad).
İmam Malik, Kur'an'da bildirilen ve hadislerde ortaya konmuÅŸ olan hükümlere kıyas yapardı. Bu, Muvatta'da açık bir ÅŸekilde müÅŸahade edilebilir. O, her babın başında o konuda hüküm bildirdiÄŸini kabul ettiÄŸi hadisleri verir, peÅŸinden de fer'î meseleleri sıralayarak; kıyas yoluyla benzer olayları birbirine ilhak eder. İmam Malik, Medine ehlinin icmaını Sünnetten saydığı için, bunu da kıyasında temel almıştır. Sahabe fetvaları kendi usulü çerçevesinde hüküm niteliÄŸi taşıyorsa, bunlara da kıyas yapardı. Onun kıyas kaynakları ÅŸöylece sıralanabilir: Kitap, Sünnet, Medine ehlinin icmaı ve sahabe fetvaları.
Malikîler, Mesalih-i mürsele'yi müstakil bir dayanak almış olmaları yanında, kıyasta da her zaman maslahatı gözetmiÅŸlerdir.
7- İstihsan: İstihsan, İslâm hukukunun aslî delillerinden biri olmayıp, fıkıh usulünde fer'î bir delil olarak kullanılır. Meseleleri, ortaya çıkan zaruretleri, toplumun menfaatına bertaraf etmede fakihin genel prensipleri terkedip, özel bir delile dayanarak hüküm vermesi İstihsan olarak adlandırılır. İmam Malik'in Muvatta'da rivayet ettiÄŸini bir hadisi ÅŸerifte ÅŸöyle buyurulmaktadır: "Zarar verme ve zararla karşılıkta bulunma yoktur" (Muvatta, II, 122).
İmam Malik, İmam Åžafiî'nin itirazlarına raÄŸmen (Ebu Zehra, a.g.e., 349) İstihsanı zarurî görmektedir. O, istihsanı alırken ÅŸerîatın özünden hareket etmektedir. İnsanları zararlı olan ÅŸeylerden korumak ve onların maslahatına uygun olanı almak, dinin temelinde yatan bir gerçektir. Bir ÅŸeyde zararlardan arınmış olarak kesin iyilik varsa, bunun uygulanması mutlak anlamda arzulanan bir ÅŸeydir. Aksi bir durum sözkonusu ise, derhal giderilmesi gerekir.
8- İstishab: Sabit olan bir hükmün, deÄŸiÅŸtiÄŸine delil bulununcaya kadar, olumlu veya olumsuz haliyle devam etmesini kabul etmektir. İmam Malik, İstishab'ı bir delil olarak almıştır. Zira o, zann-ı galib'e göre mevcut olan durumun, onu deÄŸiÅŸtiren bir ÅŸey olmadıkça bulunduÄŸu ÅŸekliyle bâki kalmasının esas olduÄŸunu kabul etmektedir. EÄŸer böyle olmazsa, hakların kaybolması kaçınılmazdır. Kayıp bir kimsenin durumu hakkında bir bilgi yoksa, bu delile göre o, yaşıyor kabul edilir. Hâkim öldüÄŸüne karar verinceye kadar bu böyle devam eder. Ortadan kaybolup ölümüne hükmedilinceye kadar, onun hakkındaki muameleler hayatta imiÅŸ gibi yürütülür.
İstishab, isbat edici bir delil olmayıp koruyucu bir delildir. Yani başkasının aleyhinde olan bir şeyi isbat etmez. Mevcud olan hakları korur. İstishab delili diğer fukaha tarafından da kullanılmıştır.
9- Mesâlih-i Mürsele: İnsanların iyiliÄŸi için fayda bulunanı almak zararlı veya zararı faydasından çok olanı terketmektir. Bu prensip İmâm Malik'in en çok kullandığı prensiplerden biridir.
Malikîler'in müstakil bir delil olarak aldıkları Mesâlih-i Mürsele'ye keyfi olduÄŸu ileri sürülerek birtakım itirazlar yapılmıştır. Ancak, bunu ilk ortaya koyan İmam Malik olmamıştır. O, Ashab'da bu konuda görmüÅŸ olduÄŸu örneklere istinat etmiÅŸ olup diÄŸer üç mezhepte de Mesalih-i Mürsele delil olarak kullanılmıştır. İmam Malik'in en çok kullandığı delillerden biri, Mesalih-i Mürseledir. O, Hakkında müsbet veya menfi bir nas bulunmayan hususlarda maslahata uygun olanı almayı ÅŸeriat'ın rükünlerinden biri saymıştır. Din, her ÅŸeyiyle insanların yararına olanı ihtiva ettiÄŸine göre, maslahatın dışına çıkan hiç bir ÅŸeyin ÅŸeriat'le ilgisi sözkonusu olamaz (İbn Kayyım el-Cevziyye, İ'lamu'l Muvakkıın, Mısır t.y., III, 1).
İmam Malik, Maslahatı delil olarak alırken şu noktalara dikkat etmiştir:
Maslahat olarak gözettiÄŸi ÅŸey ile ÅŸeriatın maksadları arasında bir uygunluk olmalı ve dinin ortaya koyduÄŸu prensiplerden birisiyle asla çeliÅŸmemelidir. Çözüm makul olup, akıl sahiplerince yanlış bulunmamalı.
10- Sedd-i Zerîa: Sebebi yok etmek, vasıtayı ortadan kaldırmak anlamında bir terkiptir. Harama sebeb olan ÅŸey haramdır; helâle vesile olan ÅŸey de helâldir. Sedd-i Zeriâ'da esas, fiilin doÄŸuracağı neticenin gözetilmesidir. EÄŸer fiilden bir fayda elde edilecekse, o saÄŸlanan fayda nisbetinde mübahtır. Fakat fiil, bir zarar ve kötülüÄŸün ortaya çıkmasına sebep olacaksa, kötülüÄŸün ölçüsünce haram olur. Yani ameller, sonuçları göz önüne alınarak ya serbest bırakılır ya da yasaklanır. Bu prensibin temelleri Kur'an-ı Kerim'de açıkca müÅŸahade edilmektedir. Bir müslüman, kâfirlerin tapındıkları ÅŸeylere küfretse, bunun neticesinde sevap bile umabilir. Ancak bu, müÅŸriklerin de kızarak Allah Teâlâ'ya küfretmelerine sebeb olabileceÄŸi için yasaklanmıştır: Allah'tan baÅŸkasına dua edenlere sövmeyin, onlar da bilmeyerek düÅŸmanlık göstererek Allah'a söverler" (el-En'am, 6/108). İşte bu, Sedd-i Zerîa'dır. Bunun Sünnette de örnekleri bulunmaktadır. Faize götürmeye sebeb olacağından alacaklıların borçludan hediye alması yasaklanmıştır. Yine Ashabın ilk fakihleri, ölüm döÅŸeÄŸindeki kimsenin boÅŸadığı kadını mirasa dahil ettiler. Bunun sebebi, hastanın karısını mirastan mahrum bırakmak için bu yola baÅŸvurmuÅŸ olabileceÄŸidir. BoÅŸama böyle bir haksızlığa vesile yapılmasın diye böyle hareket etmiÅŸlerdir.
11- Örf ve Âdet: Bir toplumda yerleÅŸmiÅŸ olan hareket ve yaÅŸam tarzı örf olarak adlandırılır. Toplumun ve fertlerin aynı ÅŸekilde tekrarlanan amellerine de âdet denilmektedir. Örf ve âdet ayrı kavramlar olmakla birlikte genellikle aynı anlamda, müteradif olarak kullanılırlar.
Hanefiler'de olduÄŸu gibi, Malikîler'de de örfün usulde saygın bir yeri vardır. Malikî mezhebinin eksenini oluÅŸturan kaide, maslahatlardır. Örfe göre amel etmek, maslahatın türlerinden birisi olduÄŸu için İmam Malik bunu ihmal etmemiÅŸtir.
Malikîler örfe muhalif kıyası terkederler. Onlara göre örf, ammı tahsis, mutlak'ı takyid eder.
Örf ve âdetin delil olarak alınması fakihler arasında tartışmalı bir konudur. Bir nass'ın herhangi bir ÅŸekilde iÅŸaret ettiÄŸi örf, bütün fakihler tarafından mesned kabul edilmiÅŸtir. Aynı ÅŸekilde nass'ın yasaklayıp haram kıldığı örf de, icma'en muteber deÄŸildir. Onu, naslar doÄŸrultusunda deÄŸiÅŸtirmek icap eder. Bir de nass'da bildirilmeyen ve dolaylı da olsa iÅŸaret edilmeyen örf vardır ki, Hanefîler'le Malikler bunu fıkıhta müstakil bir asıl kabul ederler. Åžafiîler ise bunu tartışmışlardır.
Örfler deÄŸiÅŸtikçe kelimeler ve kavramlara yüklenen anlamlarda deÄŸiÅŸir. Bu sebepten, deÄŸiÅŸik bölge veya zamanlarda yaÅŸayan toplumlarda, aynı kelimelerin ifade ettikleri anlamlar birbirinden farklılıklar gösterebilmektedir. Dolayısıyla bu kelime ve kavramların manalarını anlayıp ona göre hüküm verilebilmesinde örfün önemi kendiliÄŸinden ortaya çıkmaktadır. Hükümler, örflerin deÄŸiÅŸmesiyle deÄŸiÅŸen anlamlara ve kelimelerin deÄŸiÅŸik sanat dallarında deÄŸiÅŸik istilahî kullanımlarına göre verildiÄŸinde, gerçekler üzerine bina edilmiÅŸ sayılırlar.
İmam Malik, toplumun iyiliÄŸi ve selâmetini muhafaza etmek için ÅŸeriat'a ters bir tarafı bulunmayan geleneklere karşı çıkmamayı bir görev saymıştır. İnsanlardan bu gelenekleri gereksiz yere deÄŸiÅŸtirmelerini istemek, o toplumda birliÄŸi bozar, örf ve âdetlere göre yorumlanan kavramlar birbirine karışır, akitlerin yürütülmesi imkânsız hale gelir. Ancak örf ve âdet İslâm'ın ruhuyla çeliÅŸiyorsa; dinin insanlara deÄŸil, onların dine uymaları asıl olduÄŸu için, örf, mutlak anlamda toplum hayatından silinip atılır.
Maliki Mezhebinin GeliÅŸmesi: İmam Malik'in derslerinde ve fetva vermede takip ettiÄŸi yol, Maliki Mezhebinin ihtiyaçlar üzerine bina edilmesini saÄŸlamıştı. O, meseleleri tartışmaz, öÄŸrencileriyle de kesinlikle münakaÅŸa etmezdi. Dinin hiç bir konusunda tartışmaya girmemek onun deÄŸiÅŸmez temel vasfı olmuÅŸtur. İmam Malik, olayları tartışma kapısını açmamakla, onlar üzerinde deÄŸiÅŸik yorum ve içtihadların doÄŸmasını engellemiÅŸ ve bu ekolün furu'unun Hanefî mezhebine nazaran çok yavaÅŸ geliÅŸmesine sebeb olmuÅŸtu. Onun saÄŸlığında hiç bir talebesi ona muhalefet etmemiÅŸtir. Genellikle Kuzey Afrika ve Endülüslü olan öÄŸrencileri, ondan öÄŸrendikleri ilimle ülkelerine döner ve öÄŸrendiklerini tartışmadan diÄŸer insanlara öÄŸretir ve fetva verirlerdi. Ancak Malikî fıkhının usulü ve dayandıkları delillerin çeÅŸitliliÄŸi, İmam Malik'ten sonra bu ekolün furu'unun hızlı bir ÅŸekilde geliÅŸmesini saÄŸlamıştır.
Muvatta, bizzat İmam Malik tarafından yazılmış olmakla birlikte, ondaki fıkhî meseleler çok deÄŸildir. Onun fıkhı, derslerine devam eden çok sayıda öÄŸrencisinin aldıkları notların kitaplaÅŸmasıyla tedvin edilmiÅŸtir. Talebelerinin yazdığı bu notlardan Malikî mezhebinin temel kaynak kitapları olan Müdevvene, Utbiye, Vadiha ve Mevvaziye ortaya çıkmıştır. Malikî fıkhının, daha sonraki asırlarda ortaya çıkan ve Malikîler'ce gördükleri itibardan dolayı sık sık yeni baskıları yapılan iki kitap daha vardır ki, bunlardan biri el-Müdevvene'yi özetleyip el kitabı haline getiren, Abdullah b. Ebi Zeyd el-Kayravani'nin (öl. 386?) er-Risale'si, diÄŸeri de, Halil b. İshak (öl. 767)'nin el-Muhtasar'ıdır.
Ancak el-Müdevvene, Malikî fıkhının en muteber temel kaynağı kabul edilmektedir. Zira doÄŸru ve mevsûk olarak rivayet edilmiÅŸtir. El-Müdevvene'de, Malikten rivayet olunan fetva ve kaviller, takipçilerinin onun usûlüne göre yaptıkları içtihadlar, diÄŸer bazı talebelerinin görüÅŸleri ve fıkha dair hadisler ve Ashab dahil sonraki âlimlerin görüÅŸleri bir araya getirilmiÅŸtir.
Malikî Mezhebinin Mısır'a oradan da Kuzey Afrika yoluyla, Endülüs'e kadar uzanmasını ve buralara yerleÅŸip hakim mezhep konumuna gelmesini saÄŸlayan, mezhebin ÅŸöhret bulmuÅŸ ve bizzat İmam Malik tarafından yetiÅŸtirilmiÅŸ ilk seçkin âlimlerinin bir grubu Mısır'dan ve bir grubu da Kuzey Afrika ve Endülüs'tendir.
İmam Malik'in Mısırlı yedi öÄŸrencisi:
1- Ebû Abdillâh, Abdurrahman b. el-Kâsım (Ö.191/807). İmam Malik'ten yirmi yıl süreyle fıkıh tahsil etmiÅŸ ve mutlak müctehidlik derecesine ulaÅŸmıştır. Mısır fakihi Leys b. Sa'd'den de fıkıh ilmi almıştır. el-Müdevvene'yi gözden geçirip tashih eden odur. Malikîler'in en deÄŸerli fıkıh eserlerinden olan el-Müdevvene, Sahnûn (Ö. 240/854) tarafından fıkıh ile ilgili yazılan eserlerin tertip ve tasnif metoduna göre düzenlenmiÅŸtir.
2- Ebû Muhammed, Abdullah b. Vehb b. Müslim (Ö.197/812). İmam Malik'in yanında yirmi yıl kaldı. Malikî fıkhını Mısır'da yaydı. Bu mezhebin tedvininde büyük etkisi oldu. İmam Malik O'na; "Mısır fakihine; Ebû Muhammed el-Müfti'ye!" diye hitap ederek mektup yazardı. Leys b. Sa'd'dan fıkıh öÄŸrendi. Güvenilir (sika) bir muhaddis idi. "Divanü'l-ilm" diye adlandırılırdı.
3- EÅŸheb b. Abdilaziz el-Kaysî (Ö. 204/819). İmam Malik ve Leys b. Sa'd'dan fıkıh öÄŸrendi. Abdurrahman b. el-Kasım'dan sonra Mısır'da fıkıh riyaseti ona geçmiÅŸtir. Malikî fıkhını rivayet ettiÄŸi Müdevvenetü EÅŸheb" adı verilen bir kitabı vardır. Bu, Sahnûn'un kitabından ayrıdır. İmam Åžafiînin; "Mısır, EÅŸheb gibisini yetiÅŸtirmemiÅŸtir" dediÄŸi nakledilir.
4- Ebû Muhammed, Abdullah b. Abdilhakem (Ö. 214/829). EÅŸheb'ten sonra Malikîlerin riyaseti ona geçmiÅŸtir.
5- AsbaÄŸ b. Ferec (Ö. 225/840). İbn Kasım, İbn Vehb ve EÅŸhebten fıkıh öÄŸrendi, Malik'in mezheb ve görüÅŸlerini en iyi bilenlerdendi.
6- Muhammed b. Abdillah b. Abdilhakem (Ö. 268/881). Fıkıh ilmini babasından, çaÄŸdaşı Malikî fakihlerinden ve İmam Åžafiî'den aldı. Mısır'da fıkıh konularında baÅŸvurulan sembol kiÅŸi haline geldi. Hatta MaÄŸrib ve Endülüs'ten öÄŸrencilerin ilim almak için koÅŸtukları bir kiÅŸi idi.
7- Muhammed b. İbrahim el-İskenderî b. Ziyad (Ö. 269/882). İbn Mevâz olarak bilinir "el-Mevvâziye" diye ünlü bir kitabı vardır. Malikî fıkhına ait en deÄŸerli, meseleleri en saÄŸlam ve en basit biçimde kapsayan geniÅŸ bir kitaptır.
İmam Malik'in MaÄŸribli ünlü yedi öÄŸrencisi:
1- Ebû Hasan Ali b. Ziyad et-Tunûsî (Ö.183/799). Fıkhı İmam Malik ve Leys b. Sa'd'dan aldı. Afrika'nın fakîhi idi.
2- Ebu Abdillah Ziyad b. Abdurrahman el-Kurtubî (Ö. 193/809). "Åžabtun" lakabıyla bilinir. Muvatta'ı, Malik'ten dinlemiÅŸ ve onu Endülüs'e ilk sokan kiÅŸi olmuÅŸtur.
3- İsa b. Dinar el-Kurtubî el-Endelûsî (Ö. 212/827). Endülüs fakihlerindendir.
4- Esed b. el-Fürât b. Sinan et-Tunûsî (Ö. 213/828). Nisaburlu olan bu zat, İmam Malik'ten Muvattaa okudu. Daha sonra Malikî mezhebinden olduÄŸu halde Irak'a gittikten sonra Hanefî mezhebine girmiÅŸtir. Hanefî fıkhını Ebû Yusuf ile İmam Muhammed'den almıştır.
5- Sahnûn b. Abdisselâm b. Saîd (Ö. 240/854). Önce Tunus'un Kayravan ÅŸehrinde tahsiline baÅŸladı. Daha sonra Medine ve Mısır'a giderek ilmini ilerletti. Afrika'nın kuzeyi ile Endülüs'te Malikî mezhebinin yayılmasında büyük hizmetleri olmuÅŸtur. Keskin buluÅŸları olması sebebiyle kendisine "Sahnûn" lakabı verilmiÅŸtir. Malikî fıkhının temel kitaplarından olan "el-Müdevvene"nin hazırlanmasında bu zatın büyük emeÄŸi geçmiÅŸtir.
6- Yahya b. Yahya b. Kesir el-Leysî (ö. 234/848). Kurtuba'lı olup, Malikî mezhebini Endülüs'te okutmuÅŸ ve tanıtmıştır.
7- Abdülmelik b. Habib b. Süleyman es-Selemî (Ö. 238/852). Yahyâ b. Yahyâ'dan sonra Malikî fıkhının riaseti ona geçmiÅŸtir.
Malikî Mezhebinin yayıldığı yerler: Malikî Mezhebi, baÅŸlangıçta Hicaz'da yaygındı. Ancak sonraları çeÅŸitli sebeblerden dolayı bu bölgedeki müntesipleri azalmıştır.
İmam Malik'in görüÅŸleri, henüz hayatta iken, yukarıda kendilerinden bahsedilen öÄŸrencileri tarafından Mısır'a taşınmıştı. Mısırlı öÄŸrencilerin memleketlerine döndüklerinde, Malikî fıkhına göre yetiÅŸtirdikleri öÄŸrencileri vasıtasıyla mezheb, Mısır'da yayılarak yerleÅŸmeye baÅŸladı. Ancak daha sonra, Åžafiî mezhebi buradaki üstünlüÄŸü ele geçirmiÅŸti. Bundan sonra, Mısır'da her iki mezheble de amel edilmeye devam edilmiÅŸ, yargı iÅŸlerinde Hanefî Mezhebi de müracaat edilen bir merci olarak varlığını göstermiÅŸti. Ancak daha sonra Fatımîler Mısır'a hâkim oldukları zaman, kaza ve fetva iÅŸlerinde Åžia ön plana çıkmıştı. Fatımîler, Câmi'u'l-Ezher'i kurarak burayı, Åžia Mezhebinin ilmî merkezi haline getirmiÅŸler ve Ehl-i Sünnet mezhepleri silinmeye çalışılmıştır.
Selahaddin Eyyubî tarafından Fatımî hâkimiyetine son verilince, Ehl-i Sünnet ihya edilmiÅŸ, Åžafiî meıhebi tekrar birinci seviyeye çıkmıştı. Bununla birlikte, Malikî fıkhının okutulduÄŸu medreseler sayesinde Malikîlik de güç kazannııştır. Memlûklular devrinde kaza iÅŸlerinde dört mezheb esas alınmıştır. Mısır baÅŸ kadısı Åžafiîlerden, ikinci kadı da Malikîler'den atanırdı.1920'lerde Mısır'da ÅŸahıslar hukuku Malikî mezhebi esas alınarak yeniden gözden geçirilmiÅŸtir.
Bu mezhebin hakim olduÄŸu diÄŸeı bir bölge de MaÄŸrib ülkesidir. İmam Malik'in öÄŸrencileri tarafından buraya getirilen Malikî fıkhı, âlimlere danışmadan karar almayan, ciddi ve fukuhaya saygılı yöneticilerin uygulamalarıyla halk arasında yaygınlık kazanmıştır.
Malikî Mezhebi, Endülüs'te de en çok müntesibi bulunan mezhebdir. Endülüs'te önceleri Evzâi mezhebi üstündü. Fakat, Hicrî 200'lerden sonra Malikî mezhebi, bu bölgeye hâkim olmaya baÅŸladı. MlikîliÄŸi Endülüs'e ilk getiren kimse, İmam Malik'in seçkin öÄŸrencilerinden biri olan, Ziyad b. Abdurrahman olmuÅŸtur. Endülüs Emevi devletinin Abbasilerle olan kötü iliÅŸkileri onların Malikî mezhebini devletlerine hâkim kılmasına sebeb olmuÅŸtur.
Malikî mezhebi, Sicilya, Fas, Sudan'da yayılmış; BaÄŸdat, Basra hatta NiÅŸabur'a kadar uzanmıştır.
Malikî mezhebinin Mısır, Kuzey Afrika ve Endülüs'te yayılıp da, diÄŸer bölgelerde etkinlik gösterememesinin sebebi olarak; Endülüs'ten Medine'ye kadar olan bölgede, Medine'nin kuzey ve doÄŸu tarafındaki memleketlerde olduÄŸu gibi, ilmî merkezler ve etrafında ders halkalarının oluÅŸtuÄŸu müctehid imamların olmayışı, ayrıca Batı'dan gelen öÄŸrencilerin fıkhî ekolleÅŸmelerin geliÅŸtiÄŸi doÄŸu taraflarına yönelmelerinin zorluÄŸu gösterilmektedir. İmam Malik'e gelen talebeler onun gibi bir üstada kavuÅŸtuktan sonra ilmin kaynağı Medine'nin dışına çıkıp doÄŸuya yönelmeye, ihtiyaç da duymuyorlardı. Kuzey ve doÄŸuya doÄŸru MalikîliÄŸin az geliÅŸmesinin sebebinin yolları üzerinde bulunan Åžam ve Irak bölgesinde ilmî hareketliliÄŸin had safhaya ulaÅŸmış bulunması sebebiyle buralara ilim tahsili için uÄŸrayan öÄŸrencilerin burada bulduklar ile ilmî doygunluÄŸa ulaÅŸmaları olduÄŸu ÅŸeklinde deÄŸerlendirmeler yapılmıştır (bk. Ebu Zehra, a.g.e., 407 vd).
Ömer TELLİOÄžLU