top of page

HANBELİ 

​

Ebû Abdillâh Ahmed b. Hanbel eÅŸ-Åžeybânî'ye nisbet edilen mezhebin adı. İslâm'da dört büyük fıkıh mezhebin birisi. Ahmed b. Hanbel 164/780 yılında BaÄŸdad'ta doÄŸdu. 241/855'te yine orada vefat etti. Büyük babası Hanbel Horasan bölgesinde bulunan Serahs Vilâyeti'nin valisi idi. Babası Muhammed b. Hanbel de komutanlık görevi üstlenmiÅŸ bir askerdi. Hanbel ailesi, Ahmed'in doÄŸumuna yakın bir sırada BaÄŸdad'a gelmiÅŸ ve orada yerleÅŸmiÅŸti.

Ahmed b. Hanbel önce Kur'ân'ı hıfzetmiÅŸ, daha sonra arapça, hadis gibi ilimleri, sahâbe ve tabiîlere ait rivâyetleri, Hz. Peygamber'in, sahabe ve tabiîlerin hayatlarını incelemekle ilim çalışmalarına baÅŸlamıştır. Özellikle hadis ilmi için Basra, Kûfe, Mekke, Medîne, Åžam, Yemen ve el-Cezîre'yi dolaÅŸmış, uzun bir süre İmam Åžâfiî'ye (ö. 204/819) talebelik etmiÅŸtir. Hatta bu yüzden O'nu Åžâfiî mezhebinden sayanlar bile olmuÅŸtur. Böylece O'nun baÅŸlıca fıkıh üstadı İmam Åžâfiî'dir. Åžâfiî, O'nun hakkında ÅŸöyle demiÅŸtir: "Ben BaÄŸdad'tan ayrıldım ve orada Ahmed b. Hanbel'den daha âlim ve daha faziletli kimse bırakmadım"(el-Hudarî, Târihu't-TeÅŸrîi'l-İslâmî, terc. Haydar HatipoÄŸlu, s. 260, 261).

Ahmed b. Hanbel, Ebû Hanîfe'nin (ö.150/767) öÄŸrencisi ve devrin ünlü baÅŸ kadısı Ebû Yûsuf'tan (ö.182/798) fıkıh ilmi aldı. Rivâyetle dirayeti birleÅŸtiren bir yol izledi. O, hükmü hadisten çıkarır, bu hükme yeni bir takım meseleleri kıyas ederdi. Bu arada Yemen'e giderek, San'a'da Abdurrezzâk b. Hemmâm'la (ö. 211/826) görüÅŸtü. Orada iki yıl kadar kalarak O'ndan ez-Zuhrî ve İbnü'l-Müseyyeb yoluyla gelen birçok hadisleri aldı(Muhammed Ebû Zehra, İslâm'da Fıkhî Mezhepler Tarihi, Terc. Abdulkadir Åžener, İstanbul 1976, s. 423 vd.)

Adının ilim, zühd ve takvâ ile birlikte yayılışı toplumu onun ilmine yöneltti. Mescid'eki derslerini izleyenlerin sayısının beÅŸ bine kadar ulaÅŸtığı nakledilir. Derslerinde dikkati çeken üç husus ÅŸudur.

a) Onun meclisine ciddiyet, vakar, tevazu ve ruhî huzur hâkimdi. Kendisi ÅŸaka ve alay etmeyi sevmezdi.

b) Dersinde, ancâk hadisleri rivayet etmesi istendiÄŸi zaman anlatırdı. Hadis rivayetinde hafızasına güvenmez, Hz. Peygamber'e söylemediÄŸi ÅŸeyi isnad etmemek için yazılı metne bakarak nakiller yapardı. Kendisine sorulmadıkça konuÅŸmazdı.

c) VerdiÄŸi fetvaların yazılıp nakledilmesini menederdi. Ona göre yazılması gereken ilim, ancak Kitap ve Sünnet'ten ibaret idi. Ahmed b. Hanbel'in görüÅŸü bu olmakla birlikte öÄŸrencileri kendisinden ciltler dolusu kitaplar rivayet etmiÅŸlerdir(Zehebî, Tercemetü Ahmed b. Hanbel, Müsned'in baÅŸtarafı, Mektebetü'l-Maarif tab'ı, Mısır, t.y.); Ebû Zehra, a.g.e., s. 437).

Hâlife Me'mûn'un ortaya attığı Kur'ân'ın mahlûk (sonradan yaratılmış) olduÄŸu fikrini İbn Hanbel kabul etmedi, muhakeme edilerek zindana atıldı. Dayak yedi, kendisine iÅŸkence yapıldı, fakat yine inancından taviz vermedi. (Ahmed b. Hanbel'in hal tercemesi için bk. el-Hatîbü'l-BaÄŸdâdî, Târihû BaÄŸdâd, Mısır 1394/ 1931, IV, 412-423; Ebû Nuaym, Hılye, Mısır 1352/15, IX,161-233; el-Buhârî, et-Tarihu'l-Kebîr, Haydarâbâd. 1360, I, 2, 5; İbn Hallikân, Vefeyâtü'l-Ayân, Kahire 1367/1948, I, 47-49; İbn Ebî Ya'lâ, Tabakâlü'l-Hanâbile, Kahire 1378/1952, I, 4-20: İbnü'l-Cevzî; Menâkıbu'l-İmam Ahmed, Mısır 1349; ez-Zehebî, Tezkiretü'l-Huffâz, Haydarâbâd 1375/1955, I, 431-432; Târihu'l-İslâm, I, 58-131 (Ahmed Muhammed Åžâkir'in Müsned neÅŸri mukaddimesi); Ebû Zehra, Ahmed b. Hanbel, Kahire 1949; Fuat Sezgin, GAS, I, 502-509).

Ahmed b. Hanbel'in İctihad Usulü:

Dört mezhep imamı içinde usul ve fetvalarını yazmaktan en çok çekinen zât Ahmed b. Hanbel'dir. O, daha çok hadisleri toplayıp tasnif etmeyi gaye edinmiÅŸtir. Åžâfiî gibi O da senedi sahih olunca baÅŸka hiçbir ÅŸart ileri sürmeksizin haber-i vâhidle amel eden hadis ehli müctehidlerindendir. Ebû Hanîfe ise bu konuda râvinin güvenilir (sika) ve adaletli olması yanında rivayet ettiÄŸi ÅŸeye aykırı bir amelde bulunmamasını ÅŸart koÅŸar. Sahabe adı zikredilmeyen "mürsel hadis"i, Ahmed b. Hanbel zayıf sayar ve konu ile ilgili baÅŸka bir hadis bulunmazsa, yani zarûret karşısında kalırsa bunu delil. olarak kabul ederdi (Muhammed Ebû Zehra Usûlü'l-Fıkh, Dâru'l-Fikri'l-Arabî tab'ı, y. ve t.y., s. 108 vd.) Böylece O, mürsel ve zayıf hadisleri daha kuvvetli bir delil bulunmazsa kıyasa tercih ederdi. Ancak O'nun devrinde henüz hadis için "sahih, hasen, zayıf" ÅŸeklinde üçlü taksim yapılmamış, hadisler genellikle sahih ve zayıf kısımlarına aynlmıştır. Bu yüzden İbn Hanbel'in kıyasa tercih ettiÄŸi hadisler, bâtıl ve münker olmayan "hasen" nevinden hadisler olmalıdır (İbnti'l-Kayyim, İ'lâmil'l-Muvakkıîn, Mısır 1955, I, 29, 30).

İbn Hanbel'e göre, aynı konuda aksi bir görüÅŸün bulunduÄŸu bilinmeyen sahabe kavlî "icmâ"' niteliÄŸindedir. EÄŸer sahabe görüÅŸleri arasında ihtilaf varsa, ya bunlardan Kitap veya Sünnete yakın olanı tercih eder veya böyle bir tercih yapmaksızın sadece görüÅŸleri nakletmekle yetinir. konu hakkında sahabe görüÅŸü nakledilmemiÅŸse, büyük tâbiî'lerin re'ylerini kendi re'yine tercih eder. Mesele hakkında âyet, sahih hadis, sahabe kavli, zayıf ve mûrsel eser gibi deliller bulamazsa kıyas yoluna baÅŸvurur (İbnü'l kayyim, a.g.e., I, 32). "

Hanbeliler, hakkında Kitap, Sünnet ve İcmâ'a dayalı bir delil bulunmayan maslahatı (kamu yararı) kıyastan sayarlar. Çünkü bunlar Kitap ve Sünnet nass'larının toplamından elde edilen genel maslahatlardır. DiÄŸer yandan İbn Hanbel "Siyaset-i ÅŸer'iyye" de de maslahadı esas almıştır. Siyaset-i ÅŸer'iyye, İslâm Devlet baÅŸkasının, toplumu islah amacıyla, insanları yararlı iÅŸlere teÅŸvik etmek ve zararlı iÅŸlerden uzaklaÅŸtırmak için izlemiÅŸ olduÄŸu yoldur. Nass olmasa bile bu konuda bazı cezaların uygulanması mümkün ve caizdir. İbn Hanbel'in konu ile ilgili bazı fetvaları ÅŸöyledir: Fesat ve kötülük çıkaranlar, ÅŸerlerinden,güvende olunabilecek bir ülkeye sürgün edilirler. Ramazan ayında gündüz ÅŸarap içenlerin cezası arttırılır. Sahabeye dil uzatan cezalandırılır ve tevbeye davet edilir. Hanbelî mezhebine baÄŸlı bazı bilginler de kamu yararına dayalı fetvaları sürdürmüÅŸlerdir. Meselâ; bir ev sahibi, eÄŸer evi elveriÅŸli ise, kalacak yeri olmayan bir kimseyi evinde oturtması için zorlanabilir. Bıı konuda İbnü'l-Kayyim (ö. 751/1350) ÅŸöyle der: "Bir topluluk, herhangi bir ÅŸahsın ovinde oturmak zorunda kalsa, bundan baÅŸka bir ev veya otel (han) bulamasa, O kimsenin anlaÅŸmazlığa düÅŸmeksizin evini bunlara vermesi gerekir. Bazı Hanbefîlere göre ev sahibi bunlardan ecr-i misil kadar kira bedeli alabilir (Ebû Zehra, İslâm'da Fıkhî Mezhepler Tarihi, s. 493, 494).

Hanbefîler istihsan delilini de kabul ederler. Çünkü istihsan; ya nass veya icmâ' gibi bir delile dayanmakta yahut da zaruret prensibine göre kabul edilmektedir.

Sedd-i Zerâyi, prensibini en ÅŸiddetli uygulayan mezhep hanefîlerdir. Bu konuda Ibnü'l-Kayyim el-Cevziyye ÅŸöyle der: "Maksatlara, ancak onlara götüren vâsıta ve yollarla ulaşıldığına göre, bu vâsıta ve yollar da onlara tabi olur ve ayni hükmü alırlar. Allah bir ÅŸeyi haram kılmışsa, bu harama götüren yol ve usulleri de yasaklamış demektir. Aksi halde haram kılmanın hikmeti kalmazdı. Meselâ; doktorlar, hastalığı önlemek için, hastayı buna sebep olan ÅŸeylerden menederler. Aksi halde hasta daha kötü duruma düÅŸebilir (İbnü'l Kayyim, a.g.e., I, 119).

Hanbelîlerin çokça kullandığı baÅŸka bir metot "istishâb" adını alır. Bu manası sabit olan bir hükmün, onu deÄŸiÅŸtiren bir delil bulununcaya kadar devam etmesidir. Onların istishâb metoduna göre verdikleri ban fetvalar ÅŸunlardır:

a) Yasaklandığına dair bir delil bulununcaya kadar eÅŸyada aslolan mübahlıktır.

b) Pis olduÄŸunu gösteren bir delil bulununcaya kadar suda aslolan temizliktir.

c) EÅŸini boÅŸayan bir koca, daha sonra bir defa mı yoksa üç talakla mı boÅŸadığında ÅŸüphe etse, bir talakla boÅŸadığı esası kabul edilir. Çünkü tek talakla boÅŸama kesindir (Ebû Zehra, a.g.e., s. 497, 498).

İbn Hanbel istishabı; "daha önce var olanı sabit görme, önceden yok olanı yok sayma" ÅŸeklinde uygularken, aynı metodu bazı hanefîler, sâbit kılmada deÄŸil, sadece def'ide geçerli görürler. Meselâ; kaybolan (mefkud) ve kendisinden haber alınamayan kimsenin hayatı, aksi sabit oluncaya kadar devam eder. Hanefî ve mâlikîlere göre, kendi malları bakımından saÄŸ kimseler gibi muamele görür, mülkiyet hakkı devam ettiÄŸi gibi, karısı da, onun ölümüne dair bir delil bulununcaya veya mahkeme tarafından ölümüne hüküm verilinceye kadar evlilik sıfatı devam eder; fakat bu kayıp kimse, kayıplığı süresince bir takım yeni haklar elde edemez. Bu süre içinde ona, miras veya vasiyet yoluyla bir ÅŸey intikal etmez. Bir yakını ölürse, kayıp kiÅŸinin payı bekletilir, saÄŸ olarak döner gelirse bu pay ona verilir. Hâkim onun ölümüne hükmederse, miras bırakan öldüÄŸü vakit o da ölmüÅŸ sayılarak onun miras payı mûrise geri döner ve onun öteki varisleri arasında paylaÅŸtırılır. Hanbelî ve Åžâfiîlerin istihbab anlayışı ise "hem isbat hem de def etme" esasına dayandığı için, ölümüne hüküm verilinceye kadar, onu kayıplık sûresince saÄŸ olarak kabul ederler. Onlara göre, bu süre içerisinde o, kendisine ait malların mülkiyet hakkına sahip olduÄŸu gibi kendisine miras, vasiyet ve benzeri yollarla mal da intikal eder (İbnü'l-Kayyim, a.g.e., Delhi tab'ı, I, 125; Ebû Zehra, Usûlü'l-Fıkh, s. 299, 300). İstishâb delilinin re'y ve kıyas ictihadıyla yakın ilgisi vardır. Kıyası tamamen inkâr eden Zahirîlerle, İbn Hanbel gibi çok az kullanan müctehidler, âyet ve hadislerin temas etmediÄŸi meseleleri İstishâba bırakarak; Allah'ın haram kıldığı haram, helal kıldığını helal, bunların dışında kalanları ise İstishâb esasına göre mübah kabul eder ve bu metodun alanını çok geniÅŸ tutarlar.

Hanbelî Mezhebinin Bazı GörüÅŸleri:

Ahmed b. Hanbel'e göre; iman, kesin olarak inanmaktan ve amelden ibarettir. Artar ve eksilir, yani iman, iyi amelle artar, kötü amelle de eksilir. KiÅŸi imandan çıkabilir, İslam'dan çıkmaz. Tevbe edince yeniden imana döner. İnsanı ancak Allah'a ÅŸirk koÅŸmak veya farzlardan birini inkâr ederek yapmamak imandan dışarı çıkarır. İnsan herhangi bir farz tembellik veya gevÅŸeklik yüzünden terkederse, onun durumu Allah'a havale edilir. Dilerse ona azap eder, dilerse onu affeder.

Hz. Ali'nin hilâfetinden itibaren büyük günah (kebîre) iÅŸleyenlerin durumu bilginler arasında tartışılmıştır. Hâriciler bu konuda sert bir yol izleyerek, büyük günah iÅŸleyenin dinden çıkacağı görüÅŸünü benimsemiÅŸtir.

Hasan el-Basri bunların münafık olacağını söylerken Mürcie fırkasının sapıkları, iman olduktan sonra, günahın hiçbir zararı olmadığını savunmuÅŸlardır. Ebû Hanîfe ve çoÄŸunluk İslâm hukukçularına göre büyük günah iÅŸleyen kimse, kesin tevbe ederse, Allah onun tevbesini kabul eder. EÄŸer tevbe etmeden ölürse durumu Allah'a havale edilir. O, dilerse azap eder, dilerse kulunu affeder. Ahmed b. Hanbel'in görüÅŸü de, diÄŸer fakihlerin görüÅŸü gibidir. O, ÅŸöyle demiÅŸtir: "Mü'min kendisine gizli olan ÅŸeyleri Allah'a havale eder, kendi durumunu da O'na bırakır. Günahlarla Allah'ın maÄŸfiret kapısını kapatmaz. HerÅŸeyin, hayır ve ÅŸerrin Allah'ın kaza ve kaderiyle olduÄŸunu bilir. İyilik yapan için Allah'tan ümidini kesmez, kötülük yapanın da âkıbetinden korkar. Muhammed ümmetinden hiçbir kimse yaptığı iyilik sebebiyle cennete ve kazandığı günah sebebiyle cehenneme girmez. Bu konuda Allah'ın dilediÄŸi olur" (İbnu'l-Cevzî, Menâkıbu'l İmam Ahmed b. Hanbel, s. 168).

Ahmed b. Hanbel'in İslâm Devlet BaÅŸkanı seçimi (İmam, halife) ile ilgili görüÅŸü ÅŸu ÅŸekilde özetlenebilir: O, hilâfet ve halîfe konusunda sahabe tabiilerin çoÄŸunluÄŸuna tabi olur. Buna göre, İslâm Devlet baÅŸkanı (halîfe), kendisinden sonra uygun gördüÄŸü birisini hilâfet için aday gösterebilir. Burada son söz mü'minlerin bîatıdır. Nitekim Hz. Peygamber, Ebû Bekir (r.a)'in, kendi yerine geçmesine iÅŸaret buyurmuÅŸ, fakat bunu açıkça söylememiÅŸtir. Åžöyle ki, Hz. Peygamber, hastalığı günlerinde Ebû Bekr'i namaz kıldırması için öne geçirmiÅŸtir. Ashâbı kiram; "Peygamber (s.a.s) O'nu din iÅŸimiz için seçmiÅŸtir. O halde biz O'nu dünya iÅŸimiz için niçin seçmeyelim" diyerek, Hz. Ebû Bekr'e bîat etmiÅŸlerdir. Hz. Ebû Bekir, kendisinden sonra Hz. Ömer'i aday göstermiÅŸ, müslümanları O'na bîat edip etmeme konusunda serbest bırakmıştır. Müslümanlar da kendi iradeleriyle Hz. Ömer'e bîat etmiÅŸlerdir. Daha sonra, Hz. Ömer, peygamber (s.a.s)'in rızasını kazanan altı kiÅŸiyi seçmiÅŸ ve bunlara içlerinden birini halife seçip, müslümanları buna bîata davet etmelerini tavsiye etmiÅŸtir. Bunların dört tanesi Hz. Osman'ı seçmiÅŸ ve müslümanlar da ona bîat etmiÅŸlerdir. Hz. Ali de O'na biat edenler arasındadır. Ahmed b. Hanbel, "Onların iÅŸleri, aralarında danışma (ÅŸüra) iledir" (eÅŸ-Åžûrâ, 42/38) âyeti uyarınca, halifenin ÅŸûrâ ile seçilmesi prensibini benimser. DiÄŸer yandan sünnete uyarak halîfenin KureyÅŸ'ten olmasını kabul eder. Yönetimi zorla ele geçiren kimseye facir bile olsa itaâtın gerekli olduÄŸunu söyler. Böylece fitnelerin önüne geçilmiÅŸ olur. O, bu konuda müslümanların maslahatını gözetmektedir. O'na göre, düzenli ve kalıcı bir yönetim teessüs etmelidir. Bu düzenin dışına çıkanlar, ümmetin gücünü bölmekte ve onu temelinden sarsmaktadır. İbn Hanbel'i böyle düÅŸünmeye sevkeden ÅŸey, Haricilerin o dönemdeki sert, bölücü ve ÅŸiddetli eylem ve hareketleridir. Müslümanların nizamını bozmak isteyenler, zâlim yöneticilerin iÅŸledikleri suçtan daha fazla suç iÅŸlemiÅŸ olurlar (İbnü'l-Cevzî, el Menâkıb, s. 176). Ahmed b. Hanbel, meÅŸru nizarıım korunmasını savunmakla birlikte kendi devrindeki yöneticilerle hiçbir ÅŸekilde temas kurmamış, onların hediye ve armaÄŸanlarını kabul etmemiÅŸtir. O, hak ve adalete inanan, zulmü tanımayan, fitne, fesat, isyan ve karışıklığı istemeyen yüksek bir ruha sahipti.

Ahmed b. Hanbel'in Hadisçilik Yönü:

İbn Hanbel 40 yaşına kadar hadis öÄŸrenmek ve ilmini artırmak için çalışmış, Irak, Hicaz ve Yemen arasında ilim seyahatlerinde bulunmuÅŸtur. Fakat bu süre içinde hadis rivayet etmekten veya ders vermekten kaçınmıştır. O, Hz. Peygamber'in peygamberlik çağı olan 40 yaşında hadis rivayetine ve ders vermeye baÅŸladığı zaman ilminin en yüksek derecesine ulaÅŸmış ve akranları arasında temayüz etmiÅŸti. Åžeyhi Abdurrezzâk İbn Hemmâm (ö. 211/826) O'nu diÄŸer hadisçilerle karşılaÅŸtırarak ÅŸöyle demiÅŸtir:

"Bize en kudretli hâfız eÅŸ-Åžazkunî geldi, hadis ricâlini çok iyi bilen Yahya b. Maîn geldi, fakat bunların hepsini kendi ÅŸahsında toplayan Ahmed b. Hanbel gibi bir İmam daha gelmedi (İbnü'l-Cevzî, el-Menâkıb, s. 69).

Ahmed b. Hanbel te'lif ettiÄŸi Müsned adlı hadis eseriyle ÅŸöhret bulmuÅŸtur. Müsned; üçüncü hicret asrında ortaya çıkan ve hadisleri, diÄŸer hadis eserlerinden farklı bir ÅŸekilde tâsnife tabi tutan kitaplardır. Sünen, musannef ve câmi' adı verilen hadis kaynaklarında tasnif, "konulara göre" yapılırken, müsnedlerde, hadislerin konuları dikkate alınmamış, fakat kitaba alınacak hadisler ya onları rivayet eden sahabî veya sahabîden sonraki râvilerden birinin ismi altında biraraya getirilmiÅŸtir. Meselâ; Ebû Hureyre'nin Hz. Peygamber'den rivayet ettiÄŸi hadisler, konuları dikkate alınmaksızın, Ebû Hureyre ismi altında biraraya getirilerek bir kitap içinde çeÅŸitli sahabîlerin hadislerinden oluÅŸan bir mecmua te'lif edilmiÅŸtir. Müsned'in kelime anlamı "isnad edilmiÅŸ" demektir.

İşte İbn Hanbel'in Müsned'i de, diÄŸer müsnedler gibi sahabe adlarına göre tasnif edilmiÅŸ, ve her sahabenin rivâyet ettiÄŸi hadis, konusu ne olursa olsun kendi ismi altında toplanmıştır. Ebû Bekir es-Sıddîk'ın müsnediyle baÅŸlayan eserde sırasıyla Hulefâ-i RâÅŸidîn ve diÄŸer sahabelerin müsnedleri bunu izlemiÅŸtir.

Ahmed b. Hanbel, Müsned'ini topladığı 700 binin üzerindeki hadisler arasında seçtikleriyle meydana getirmiÅŸtir. Müsned'de tekrarlarıyla birlik te 40 bin, tekrarlar dışında yaklaşık 30 bin kadar hadis yer alır (el-Medînî, Hasâisu'l-Milsned (Ahmed Muhammed Åžakir tarafından Müsned mukaddimesinde nakledilmiÅŸtir), I, 23; es-Suyûtî, Tedrîbu'r-Râvî, Mısır 1379, s. 101). Müsned'in bütün sahih hadisleri içine aldığı söylenemez. Hatta Sahîhayn'da hadisleri bulunan 200 kadar sahabenin Müsned'te yer almadığı ileri sürülmüÅŸtür (es-Süyûlî, a.g.e., s. 101). Müsned, Ahmed b. Hanbel'in hayatında iki oÄŸlu Salih ve Abdullah ile, kardeÅŸinin oÄŸlu Hanbel tarafından Ahmed'ten iÅŸitilmiÅŸ ve rivayet edilmiÅŸtir. Ancak asıl nüshaya Abdullah'ın baÅŸkalarından iÅŸittiÄŸi bazı hadislerle, nüshayı Abdullah'tan rivayet eden Ebû Bekir el-Kati'î'nin bazı hadisleri de ilâve edilmiÅŸtir. Ancak bunların sayısı bütünü etkilemeyecek kadar azdır (el Medînî, a.g.e., I, 21; es-Suyûtî, a.g.e., s. 101). Sonuç olarak İbn Hanbel'in Müsned'i müslümanlar arasında büyük itibar görmüÅŸtür. O'nun kaleme aldığı Kitabü'l-İlel ve Ma'rifeti'r-Ricâl incelendiÄŸinde, hadisleri ve râvîlerini tanımada geniÅŸ bilgiye sahip olduÄŸu anlaşılır.

Hanbelî Mezhebinin Yayılması:

Ahmed b. Hanbel usûl ve fetvâlarını yazmaktan kaçınmıştır. Hatta o, fıkhının yazılmasını menetmiÅŸtir. Bunun sebebi, İslâm'ın asıl ana kaynağını teÅŸkil eden Kitap ve Sünnetle meÅŸgul olmayı ön plâna çıkarmaktır. O, bu düÅŸüncesini ÅŸöyle ifade eder: "el-Evzâî'nin re'yi, Mâlik'in re'yi, Ebû Hanîfe'nin re'yi... bunlar hepsi re'y'dir ve bana göre aynıdır. Huccet ve delil olma sıfatı yalnız "âsâr'a aittir" (İbn Abdilberr, Câmiu'l-Beyâni'l-İlm, Mısır 1346, II,149). Delilini incelemeden hiçbir müctehidin söz ve re'yine uyulmaz. Delili incelendikten sonra uyulunca buna taklid deÄŸil "ittiba" denir. Burada artık müctehidin söz ve re'yi ile deÄŸil, onun dayandığı delil ile amel edilmiÅŸ olur. İbn Hanbel bu görüÅŸünü ÅŸu ifadeleriyle biraz daha aççıklar: "Ne beni, ne Mâlik'i, ne Sevrî'yi ve ne de el-Evzâî'yi taklit et, hüküm ve bilgiyi onların aldığı kaynaklardan al. Dinini hiçbir müctehide ısmarlama, Hz Peygamber ve ashabından geleni al, sonra tabiîler gelir ki kiÅŸi onlar hakkında muhayyerdir" (Ibnü'l Kayyim, İ'lâm, Mısır 1955, II, 178,181, 182).

Daha önce hanefi fıkhı İmam Muhammed'in kaleme aldığı ve Ebû Hanîfe (ö.150/767), İmam Muhammed (ö. 189l805) ile Ebû Yûsuf'un (ö. 182/798) görüÅŸlerini içine alan râhiru'r-rivâye ve nevâdir kitapları yoluyla nakledilmiÅŸ, İmam Åžâfıî de (ö. 204/819) kendi fıkhını bizzat yazmıştı. Ahmed b. Hanbel'e ait bazı fıkıh meselelerin yazılı metinleri nakledilmiÅŸse de bunlar, kendisi için tuttuÄŸu notlardır. Hanbelî fıkhı, ahmed b. Hanbel'in talebeleri aracılığı ile nakmedilmiÅŸtir. Bunların başında oÄŸlu Salih (ö. 266/879) gelir. O, babasının fıkhını, yazdığı mektuplarla yaymış, kadılık yaptığı yerlerde bizzat pratikte uygulamıştır. DiÄŸer oÄŸlu Abdullah da (ö. 290/903) el-Müsned'i ve babasının fıkhını gelecek nesillere nakletmiÅŸtir. Ahmed b. Hanbel'in yanında uzun yıllar kalan ve onun fıkhını nakleden öÄŸrencileri; Ahmed b. Muhammed el-esrem (ö. 273/886), Abdülmelik b. Abdillah b. Mihran (ö. 274/887), Ahmed b. Muhammed b. el-Haccâc (ö. 275/888) baÅŸta gelenleridir. Bu öÄŸrencilerden sonra Ebû bekir el-Hallâl (ö. 311/923) Ahmed b. Hanbel'in ilimlerini toplamak için bütün gücüyle çalışmış, bu amaçla seyahatlere çıkmış ve birçok kitap telif etmiÅŸtir (Ebû Zehra, İslâm'da Fıkhî Mezhepler Tarihi, Terc. Abdulkadir Åžener, İstanbul 1976, s. 499, 500).

Ahmed b. Hanbel, selefin metodunu benimseyen bir fakih sayılır. Bu yüzden tercih yapmaktan sakınır, aynı konuda birden çok sahabe veya tabiî görüÅŸünü terketmeyi gerektiren bir nass bulunmazsa, her iki veya daha çok görüÅŸü mezhebinde ayrı ayrı kabul ederdi. Meseleyi soran kimsenin içinde bulunduÄŸu özel durumu dikkate alarak fetvâ verirdi.

Hanbeliler ictihad kapısının kapanmadığını ve her asırda, mutlak bir müctehidin bulunmasını farz-ı kîfa ye olduÄŸunu söylerler. Çünkü toplumda karşılaşılan yeni olaylar bunu gerekli kılar. Bu, mezhebin Kitap ve Sünnetin üzerine çıkmaması için de gereklidir.

Hanbelî mezhebinin fakihleri çok güçlü olduÄŸu halde, istenilen ölçüde yayılmamıştır. Halktan bu mezhebe baÄŸlı olanlar azınlıkta kalmışlardır. Hatta hiçbir İslâm ülkesinde çoÄŸunluÄŸu teÅŸkil edememiÅŸlerdir. Ancak Necid ile Saud (ö. 795/1393) ailesi Hicaz bölgesine hâkim olduktan sonra Arabistan yarımadasında Hanbelî mezhebi oldukça güçlenmiÅŸtir.

Bu mezhebin fazla yayılmamasının sebepleri ÅŸunlardır: Hanbelî mezhebi teÅŸekküt etmezden önce Irak'ta Hanef, Mısır'da Åžâfıî ve Mâlikî, Endülüs ve MaÄŸrib'te yine Mâlikî mezhebi hâkim durumda idi. DiÄŸer yandan Hanbelîler önceleri, baÅŸkalarına karşı delilden çok sert hareketlere baÅŸvuruyorlardı. Güçleri arttıkça, iyiliÄŸi emretme ve kötülükten sakındırma için insanlara baskı yapıyorlardı. Hanbelîlerin bu gibi davranışları yüzünden insanlar bu mezhepten ürkmüÅŸlerdir. Bu sebeple Hanbelî mezhebi fazla taraftar bulamamıştır (Ebû Zehra, a.g.e; s. 505, 506).


Hamdi DÖNDÜREN
 

bottom of page